Birazdan günes dogacakti. Uyuyan circirböcekleri uyanacak, yorulanlar uykuya dalacak, insanlar yataklarindan kalkip kahvalti masasina gececekti. Yildizlara bakilirsa bulutsuz, rüzgarsiz, ilik bir gün olacakti. Önce uzaktan düdük sesi duyulacakti, sonra sehir hatlari vapuru, yosunlarin kokusunu kabartan köpükler cikararak iskeleye yanasacakti. Ici her zamanki gibi cay ve mazot kokacakti. Halatlar atildiktan birkac dakika sonra hemen toplanacakti; vapur Körburunda cok beklemeyecekti cünkü Seherden baska yolcusu olmayacakti büyük olasilikla.
Körburun, hem uzak hem yakin bir ada... Sapa, icine kapali ama bir o kadar da yakinindaki anakaranin uzantisi. Kusaklardir gözden irak, agir akan yasantisi aslinda hic yabancisi olmadigimiz bir öykü anlatiyor bize. Eski, Sah ne güzel komsularimiz ile gecen günlerden gittikce kendi icine kapanan, icine kapandikca da kendi kurallarindaki dayatmaciligin sertlestigi bir yasamin adim adim örüldügü Körburunda gürültülü seyler hakkinda susulur, günlük sesler ise ugultuya dönüsür.
Hikmet Hükümenoglu, üc kusagin asklarini, hirslarini, düs kirikliklarini anlattigi Körburunda Sbüyük romani deniyor ve bizi öykünün bireyi astigi yere bakmaya yönlendiriyor.